Küba’dan ABD’ye uzanan bir yol: Alfredo Rodriguez'in yolculuğu
- Taylan Kurt
- 25 Kas 2024
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Şub
✍️: Karaca Yiğit Pehlivanlı
Bir şeyleri aratmak akılda varken, “keşfet” bölümünde çıkanların dikkat dağıtması ve aratılacak şeyi unutarak geçen dakikalar artık bir Instagram rutini hâline geldi. “Sosyal medyanın zararları” başlıklı düşüncelere kapı aralayan o rutinlere, yeni müzik ve müzisyen keşfi açısından “beklenmeyen an”ların dahil olması ise epey keyifli. “Keşfet” bölümünde çıkan ve yaptıkları müziğin neşesini ön izlemesiyle yansıtan bir reels sayesinde tanıdığım Kübalı piyanist Alfredo Rodriguez, bilindik birçok şarkıyı Afro-Küban tarzda yeniden yorumladığı ve ekibiyle birlikte yükselttiği neşesini izleyenlere de taşıdığı reels’lerini paylaşmaya devam ediyor. Instagram dünyasının hızına uyumlu bu formattaki paylaşımları ne kadar kısaysa, onun Küba’dan ABD’ye uzanan ve dünyaca ünlü birçok isimle birlikte çalışmasını sağlayan müzikal kariyerindeki yolculuk da bir o kadar uzun.
Keşfe de sebep olan Instagram aracılığıyla kendisiyle iletişime geçtiğim Rodriguez, ilettiğim soruları bir yandan dünya turnesi de devam ederken yanıtladı. Küba’daki yaşamını geride bırakıp müzikal yolculuğuna ABD’de devam etmesine öncülük eden usta müzisyen Quincy Jones, bu soru-cevap faslı sürerken henüz aramızdan ayrılmamıştı. Jones’un ölüm haberini gördüğümde aklıma gelen şeylerden birisi, onun onlarca yıl içinde ilham verdiği, destek olduğu sanatçılar arasında Alfredo Rodriguez’in de yer almasıydı. İlk kez gönüllü olarak görev aldığım bir film festivali boyunca sinema girişinde çalan Soul Kitchen soundtrack albümündeki Jones şarkısı Hikky Burr ve izlemeyi sürekli ertelediğim Quincy belgeseli ise o an aklıma düşen diğer şeylerdi.
Jones’un ölüm haberi geldiğinde, yapımcılığını üstlendiği şarkılardan belki de en meşhuru olan Thriller, Afro-Küban yeniden yorumuyla Alfredo Rodriguez Band tarafından henüz yeni paylaşılmıştı. 26 Kasım’da İstanbul’da İş Sanat İş Kuleleri Salonu’nda bu grupla birlikte canlı dinleme fırsatımızın olacağı Rodriguez, aynı zamanda Richard Bona, Pedrito Martinez ve Elif Sanchez gibi isimlerle de çalışmaya devam ediyor. Albümleri ve canlı performansları arasında gezinirken en fazla tekrarla başa sarıp izlediğim, Richard Bona’yla sahnede harikalar yarattığı O Karaka performansıysa tanışma aşamanız için önerimdir.
Çocukluğundan itibaren klasik müzik eğitimi aldığı Küba’dan ABD’ye göç etmesinin sebebi bir başka müzikal yol; o da caz müzik. Bu yolların kesişimiyle birlikte yıllar içerisinde kaydettiği albümlerde farklı tarz ve coğrafyalardan izleri de bolca taşıyan besteleriyle dinleyenlerinin karşısına çıkan Rodriguez, yaşadıklarını müziğine aktarmayı her zaman önceliyor. Örneğin son albümü Coral Way son yıllarda yaşadığı Miami’deki sokağın adını taşıyor. Resmi web sitesinde yer alan açıklamalardan hareketle söylersek; Küba’dan sonra ilk kez ailesiyle tamamen bir araya gelebildiği ve kız çocuğunun dünyaya geldiği sürecin duygulanımlarıyla, Miami’nin bachata’dan Latin pop’a farklı tarzları harmanlayan kendine has sound’undan izleri buluşturuyor bu albümde. 2018 tarihli The Little Dream albümündeki ekipte yer alan bas gitarist Munir Hossn ve Ortadoğu esintilerini taşıyan şarkılardan, kendisi gibi Kübalı olan perküsyon virtüözü Pedrito Martinez’le Afro-Küban müziğin köklerine yolculuk ettikleri ortak albümleri Duologue’a kadar, kariyeri boyunca değişime ve keşfe açık bir müzisyen olduğunu hissettiren Alfredo Rodriguez, bu hisse sebep olan bakış açısını cevaplarına da taşıdı.

İlk albümünden bu yana çalışmalarında hep yaşam hikâyenden izler taşıyan müzikal değişimler görüyoruz. Hatta son albüm ismi de Miami’deki yeni yaşamınla birebir bağlantılı. Şimdi yeni bir dünya turnesindesin… Bu turne boyunca karşılaşılan hem seni heyecanlandıran hem de müziğine farklı bir boyut katması muhtemel olan yenilikler oldu mu?
Evet, her yeni yere gittiğimde beni en çok heyecanlandıran şeylerden biri, işbirliği yapmak için yeni sanatçılarla tanışmak oluyor. Bu şekilde dünyanın birçok farklı yerinden yeni düşünme biçimleri ve farklı eğitim ekollerinden gelen yaklaşımları tanımak mümkün. Bence müzikle ilgili en güzel şeylerden biri, fiziksel olarak ne kadar uzakta olursak olalım, bazen onun sayesinde çok kolay bağ kurabilmemiz. Bu yüzden dünyanın hemen her yerinden sanatçılarla işbirliği yaptım. Sadece müzisyenler ve sanatçılarla sınırlı düşünmeden, farklı ülkelerde insanların iletişim kurma biçimleri, davranış biçimleri de bana ilham verdi. Seyahat etmeye ve dünyayı keşfetmeye devam etmeyi umuyorum. Bunun beni bir dünya müzisyeni ve daha iyi bir insan yapacağını biliyorum.
En yoğun halini Tocororo albümünde gördüğümüz pek çok işbirliğinin yanı sıra Pedrito Martinez’le bir de ortak albümün var. Ve en son, Elif Sanchez’le birlikte kaydedilen Besame Mucho… Afro-Küban müziğin kökleriyle güncel müziği buluşturma yolunda bu işbirliklerinin senin için önemi nedir? Elif Sanchez’le buluşma nasıl oldu?
İlk soruya cevaplarımla bağlantılı düşünebiliriz. Çoğu zaman seyahat ediyorum, bu sayede harika müzisyenlerle tanışıyorum. Bunlardan biri Elif Sanchez ve kendisinin muhteşem bir sesi var. Bir Türk şarkıcı ve Kübalı bir piyanistle İspanyolca bir şarkı kaydetmenin harika olacağını düşündüm. Bu sevdiğim bir şey; sadece kendimize meydan okumaya ve alışılmışın dışına çıkmaya çalışmak. Mesela Elif’in İspanyolca şarkı söylerken yaptığı aksan benim için güzel, müziğime yeni ve farklı bir şeyler katıyor. Ben bu yaklaşımla bir şeyler öğrendim ve çok eğlendim. Bu yüzden birçok farklı müzik türü ve kültürden sanatçılarla işbirliği yapmaya devam. Ayrıca Elif’le kaydettiğimiz şarkının bir Meksika şarkısı olduğunu da belirtmek isterim. Kübalı bir piyanist tarafından çalınan bir Meksika şarkısı ve onu İspanyolca söyleyen bir Türk şarkıcı… Bu çok kültürlü ve küresel etkileşimleri kullandığımızda ortaya çıkan durum benim için çok çekici.
Piyanoya yönelme, bir piyanist olarak kendine has stilini geliştirme ve zamanla stiline yeni açılımlar getirme aşaması… Tüm bu aşamaları etkileyen, bunlarda sana ilham olan farklı farklı isimler var mı? Ve hepsini birden kapsayan ilham kaynakların, hem müzisyen hem de müzikal tarz olarak nelerdir?
Her zaman söylerim; ilham ve motivasyon için kaynak boldur. Çocukken açıkçası çoğu zaman müzikal ilham yine müziğin kendisinden geliyordu. Ancak hayatınızda çok fazla yeni şey yaşadığınızda bunun aslında müzikten gelmediğini, deneyimlerden geldiğini, şu anki yaşamınızdan geldiğini keşfetmeye başlarsınız. Benim gibi bir bakış açısına sahipseniz, bestelerinizi kendi hayatınıza dayandırırsınız. Her zaman yaşadığımı çaldığımı ifade ederim, bu da her gün yaşadığım her şeyin müziğime yansıyacağı ve çevrileceği anlamına gelir, sahnedeyken de bu böyle, beste yaparken ya da stüdyoya girdiğimde de.
6-7 yaşlarındayken Havana’da müzik eğitimi almaya başladım ve hep klasik müzik eğitimiyle devam ettim. Birçok harika öğretmenim oldu ve çoğu eskiden Moskova'da eğitim almıştı. Orada, çok güçlü bir klasik müzik geleneğiyle eğitilmişlerdi. Çaykovski, Stravinski, Korsakov gibi insanlar, yıllarca incelediğim birçok kişi de Rusya'dandı. Sonra 13 yaşındayken cazı keşfettim. Amcam bana verdiği bir hediye sayesinde Keith Garrett’ın müziğiyle tanıştım. Garrett'ın solosunu duyduğumda, tarzına aşık oldum diyebilirim. Keith'in geçmişinde çok fazla klasik müzik olması da benim için şanstı aslında. O zamanlar sadece klasik müzik çalıyordum ve Garrett gibi uzun yıllar boyunca klasik müzik eğitimi alan biriyle caz dünyasına giriş yapmak çok önemliydi. Şimdilik sadece müzikal etkilerden bahsediyorum ama bu cevabın başında da söylediğim gibi, etrafımdaki her şey bana ilham veriyor, beni motive ediyor ve beni olduğum kişi yapıyor. Yani piyanonun başına her oturduğumda ailemi, kızımı, öğretmenlerimi, etrafımı saran müzisyenleri düşünüyorum. 15 yıldan uzun süredir akıl hocam olan Quincy Jones, Richard Bona, Pedrito Martinez, Esperanza Spalding, Herbie Hanckok, Chick Corea gibi birçok müzisyenle işbirliği yapmaktan büyük onur duydum. Özetlemek gerekirse, etrafımdaki her şey bir insan ve müzisyen olarak kim olduğumu etkiliyor. Ve bir kez daha; her zaman yaşadıklarımı çalıyorum.
Bazı temel şeyleri tanımlamak güç olabiliyor, herkes için farklı ifade ettikleriyle ya da sözel tanım formlarından da bağımsız olan yönleriyle. Bu açıdan caz müzik için ne dersin? “Buna sözel bir tanımla karşılık veremem, sadece müziğe kulak ver, anlarsın” dersen de tamamdır :)
Dürüst olmak gerekirse, benim için caz, müzisyen olarak kendimizi ifade etmenin inanılmaz bir yolu. Art Tatum, Thelonious Monk, Bill Evans, Bud Powell, Charlie Parker, Dizzy Gillespie, Miles Davis, John Coltrane, uzun yıllardır hayran olduğum birçok harika müzisyen bu müziğin yaratıcıları ve hepsi ABD’de, hepsinden de etkilendim. Caz hakkında söyleyebileceğim şey, beni birçok yönden özgürleştiren bir müzik olduğudur. Bunu söylememin bir nedeni de, aynı zamanda ABD gibi bir ülkeye gelmemi ve fiziksel olarak ailemi, köklerimi, o ana kadar sahip olduğum her şeyi geride bırakmaya karar vermemi sağlamasıdır. Kendim için yeni bir hayat yarattım ve daha önce de bahsettiğim gibi hayran olduğum Herbie Hancock, Chick Corea gibi müzisyenlerle birlikte çalma fırsatı yakaladım. Onlar bu müziğin kaynağında yer alan yaratıcılar, cazın dünya çapındaki etkisine önemli katkılar sunan isimler. Ben ABD’ye gelmeden önce, caz kültürünü yaşamamış birisiyim. Sonra buraya gelip, Küba’dan taşıdığım köklerimi birçok harika caz sanatçısının müziğiyle buluşturdum. Birçok insan bir aşamada sizi kategorize etmeye ve caz müzisyenliği konusundaki alışılmış bir kalıba sokmaya çalışıyor. Ama dürüst olmak gerekirse, kendimi sadece bir caz müzisyeni olarak düşünemiyorum, ne çaldığımı kategorize etmek çok zor. Klasik olarak eğitilmiş ve caz çalmayı da seven, birçok harika caz müzisyeninden ilham alan bir Kübalı müzisyenim diyebilirim.
Quincy Jones’la yolunun kesişmesi sonrası Küba’dan ayrılıp ABD’de yaşamaya başladın ve kariyerinin büyük kısmı burada şekillendi. Jones gibi efsanevi bir isimle yolunun bu şekilde kesişmesinden hemen öncesine gidersek, geleceğe dair hayallerinde rotan nasıldı? O zamanın hayalleriyle şimdinin gerçeklerini karşılaştırdığında neler söylemek istersin?
Quincy Jones ile tanıştığım an, hayatımın en iyi anlarından biriydi. Quincy efsanevi bir yapımcı, tüm zamanların en efsanevi müzisyenlerinden biri. Her müzik türünde başarılı oldu, Count Basey, Ray Charles, Frank Sinatra, Michael Jackson gibi insanlarla çalıştı, tüm caz müzisyenleri, tüm pop müzisyenleri… Her zaman harika müzikler yaptı ve yaptığı her şeyde büyük başarı elde etti. Bu muhteşem müzik mirası için ona saygım sonsuz. Onunla Montreux Caz Festivali'nde tanıştım. 19-20 yaşlarındaydım ve onun için cover yapma fırsatım oldu. Bunlar da benim için fazlasıyla yeterli olacaktı, ancak onunla 15 yıldan fazla çalışma fırsatına sahip olmak, dürüst olmak gerekirse kelimelerle ifade edebileceğim bir şey değil. Sadece Quincy'nin yanına oturup hikayelerini ve söylediği her şeyi dinlemek, ondan bu şekilde öğreneceklerim benim gibi bir müzisyen için fazlasıyla yeterli. Hayatımın temel amaçlarından biri bu, her gün öğrenmeye devam etmek ve olabildiğince çok şey keşfetmek. Ama tabii ki onunla olan bağım bana çok sayıda kapı açtı. Bir yapımcı, bir müzisyen ve bir arkadaş olarak bana kattığı fikirler ve sunduğu fırsatlar için ona çok minnettarım. Daha önce de söylediğim gibi, müziğe 6 yaşındayken başladım. Ve ilk andan itibaren bunun benim hayatım olacağını biliyordum. Ailemin bana söylediğine göre, küçük bir çocukken evde müzik çaldığında ben de her zaman davul ve piyano çalmayı taklit edermişim. Müzikle çok ilgili olan bir ailede büyüdüm, babam Küba'da çok ünlü ve başarılı bir şarkıcıydı. Yani müzik doğduğumdan beri kanımda var, bu benim için su gibi bir şey. Her gün su içmezsem ölürüm. Müzik için de aynı şey geçerli. Quincy'den önce müzikal üretimlerde bulunan ama keşiflerini sadece Küba’da yapan küçük bir çocuktum. Quincy ile tanışmasaydım tam anlamıyla ne olurdu bilmiyorum. Ama kesin olarak bildiğim şu ki, piyano çalarak mutlu olan biri olurdum, çünkü müzik çalmak hayatımdaki büyük mutluluk.
Comments